6 Ekim 2013 Pazar

Anneannemin yanına gittim yanımda da 2 tane büyük 1 tane küçük kedim var. Anneannemin mutfağında bir koli içine atılmış küçük yavru golden köpekler buldum. Havasızlıktan ölmek üzere ve anneannem köpekleri istemedi diye onları bakkala emanet etti. Daha sonra ertesi gün gittim ama onları göremedim. Oradaki kasaba sordum neredeler diye kasapta anneannenler aldı götürdü dedi. Çok sinirlenerek çıktım, bu sırada gün içinde yüksek lisans sınavı var. Okula gittim -kedilerim ile birlikte- 305406.sırada idim ve daha 55. Kişiyi alıyorlardı içeri. Günler geçiyor içeri alıyorlar ve diyorlarki bu sınav uzun bir sınav şimdi gidiceksin Türkiye'nin tarihi yerlerini tanıtan setbest bi çalışma yapıcaksın. Yol parasını biz veriyoruz diyorlar. Ben de tekrardan anneanmemlere dönüyorum eşyalarımı toplayıp kedilerim ve Sebastian(Kim olduğunu bilmiyorum) ile yola çıkıyoruz. Ben gittiğim yerleri 360 derece panoramik çekiyorum ama video şeklinde. Önce amasraya gidiyoruz. Sebastian yeni rotamızı öğrenmek için kale gidiyor. Kale yeniden restore edilmiş asansörden yürüyen merdivene kadar her şey varmış. Bende o sırada kedileri besliyip onları uyutuyordum. 1 gün sonra Sebastian hala gelmemişti aramaya çalışıyorum telefonum çekmiyordu. Otelin kapısı çaldı, o geldi sandım ama bir 'Belboydu' gelen. Bana "Sebastian'dan bir not göndermiş, notta senin projen çok salakça ben eve dönüyorum ne halin varsa gör yazmış. " çok üzülüyorum ağlıyorum ve hemen Belboya bakıyorum ama yerinde yok. Eşyalarımı toplayıp Mardin'e gidiyorum. Tek başıma, sol bacağımda Rango, sağ omzunda tüy ve kucağımda yavru konuşan bir sarı kedi var. Ellerimde de valizler kalacağım yere gidiyorum bir asansöre biniyorum ama Otel dökülüyor sanki önceden çok katlı otoparkmış sonradan otel olmuş gibi soğuk ve döküntü. Asansörden inerken isminin Cemil olduğunu söyleyen bir genç sana projende yardımcı olmak isterim diye geliyor. Anlamıyorum nasıl bildiğini ve projem gizliydi diyordum. Ondan yardım istemediğimi söyledikten sonra odama gidiyorum. 

Kediler hemen uyumaya gidiyor bende duşa giriyorum. Sularda buz gibi akıyor sadece saçlarımı yıkayıp çıkıyorum, kedileri arıyorum yoklar, pencere açılmış ama nasıl olur kapalıydı 4. Kattayız atlamış olamazlar telaşla aşağı indim asansörde o adamla(Cemil) karşılaştım ama konuşmadım valizleri belboya vermiştim geri dönmeye karar verdim elime iki metal borumu ve tılsım kolyemi aldım. O adam "Bana bak ilerde bana yalvarıcaksın Sebastian niye seni bıraktı sanıyorsun" diyor ve yok oluyor o an borularımı birbirine çarptım ve metallerden "Çınn.." diye ses çıkmadı. Eğer iki metali birbirine çarptığında "Çınn.." sesi çıkmazsa o insanın yada başka bir şeyin hayalet olduğunu astral vücutla dünyada olduklarını gösterir. Bu gibi bi durumda teorikte ne yapacağımı biliyordum. Tılsımı nasıl kullanacağımı anneannem öğretmişti ama ilk defa karşılaşıyordum. Hemen kedilerimi buldum ve tasmalarını taktım ancak yavru olanı bulamıyordum. İlerde patlamış mısırla kuşları besleyen bir teyze gördüm yanına gittim teyze beni görmemezlikten geldi. Bir de ne göriyim; bizim minik orada patlamış mısır yiyor. Elime alıyorum avcumun içinde onu sıkarak kızıyorum, Geri zekalı nerdesin sen filan diye ve metal boruları birbirine çarpıyorum yine ses çıkmıyor kedimin öldüğünü onunda astral vücudu olduğunu görüyorum hemen arkamı dönüyorum o teyze asansördeki adama dönüşüyor ve her kim bu mısırları yerse ölemez ama yaşayamazda bu dünyada hapsolur ben hemen kedimi de alıp koşmaya başlıyorum valizlerimi anneannemin taksiye koyduduğunu görüyorum. Belboyda orada. Anneannem beni görüyor ve el sallıyor o sırada Belboyda o adama dönüşüyor birde ne göriyim elinde tahta bir katana anneannemi ortadan ikiye bölüyor. Koşup hemen gidiyorum onu kurtarmaya, o sırada benim burnumu kırıyor ve sonunda tılsım sözlerini hatırlıyorum. (şuan hatırlamıyotum ) Söyledikten sonra tılsım o ruhu sarıyor ve yok ediyor. Ancak ne anneanemi ne de kedimi geri getiriyor. Okula projemi tamamlamış olarak geri dönüyorum ama hala sınav bitmemiş..

29 Haziran 2011 Çarşamba

Ah Tanrılar yine rüyalarımdasınız!

Tanrılar kenti diye adlandırılan bir şehir var. İnsanların oturduğu her apartmanın ayrı bir tanrısı var. Ben tanrı busted'ın apartmanına taşınıyorum. Bir rivayete göre Bu tanrıların geçmiş yaşamlarındaki bedenleri bu apartmanların mezarlarında yer alıyormuş. zaman gçetikçe ben oturduğum yere alışıyor. komşularımla iyi anlaşıyorum. Fakat her yer de olduğu igbi Tanrının elçisiyim ben diye çıkan insanlar var eher apartmanda ve her apartman skaininden aidat gibi tanrı vergisi topluyorlar ilk başta ben bunun o anlamda verildiğini bilmediğimden dolayı cüzi bir miktar veriyordum ancak o vergi ücretini bir kira akdar arttırdıkları için insanalar yavaş yavaş serzenişte bulunmaya başladılar ama tanr adına verildiği için bir süre sonra hepsi yine hiç ısrarsız bu parayı vermeye başladılar.

Bir sabah bir gürültüyle uyandım. Karşı komşumun bağrışlarını duydum. kapıya çıktım ne oldu dediğimde. Kedi başlı polisler karşı komşumu vergi kaçırdığı için tutuklamışlar, götürüyorlardı. Zavallı komşumun tanrı vergisi vermekten başka parası kalmamış bir ay verememiş birde faiz yüklemişler başına... Ödeyemediği için hapishaneye götürüyorlardı. Ben daha önce orada bir hapishane olduğunu bilmiyordum. Meğersem kocaman bir tapınak içinde Bir hapishane varmış. adamları gizlice takip ettim nereye götürüyorlar filan diye. Tapınak çok güçlü askerler tarafından korunuyor.Köşede oturan bir adama hafifçe yaklaştım ve buraya nasıl girebilirim diye sordum. Tek bir giriş yolu var o da tutuklanmak ve bir daha çıkamazsın dedi. Ben de tutuklanmayı göze aldım. Ne yapıcaksam artık...

Ödemeyi 1 ay geçiktirdim ve beklenen an geldi. Beni de götürdüler. Tapınağın kapısından bir geçtim. Büyük sütunlar, sütunlar üzerinde hiyeroglifler; onların üzerinde, savaş sahneleri, ölüm-kalım, mücadele, barış,mutluluk gibi kavramlar vardı. Beni uzun bir koridor sonunda bir hücreye getirdiler. Oraya attılar. 5 kapı vardı. Birini seç dediler. 4 numaralı kapıyı seçtim ve başka uzun bir koridora girdik. hemen sonunda üstüste pet shoplardaki gibi kafeslerde insanlar. Hepsi tanıdık yüzler. Orhun diye bir arkadaşımı görüyorum onun yanına gidiyorum oturuyorum. Nasıl geçiyor günler burada? diye soruyorum. Bana sadece bırakıp gittiklerini günde 2 kere kuru ekmek verdiklerini söyledi. hiç bir gardiyan gezmezmiş. Geçen hamile bir kadın ölmüş çocuğu kurtarmışlar. Bir de bebek bakıyorlarmış. Ben hemen ortalığı keşfe çıkıyorum. Toprak bir zemin keşfediyorum. Elimi cebime atıyorum ve bir tohum çıkıyor hemen ekiyorum. O sırada ağlayan bir kadın görüyorum.Gel buraya diyorum ve oraya göz yaşlarını damlatmasını söylüyorum. 3. damla sonunda tohum canlanıyor ve kök salmaya başlıyor. Bir yaprağının üzerinde gittiği yolu gösteriyor. Tapınağın en alt kısmında bir dere yatağı olduğunu ve suyun gittikçe yükseldiğini gösterdi. Bu demek oluyorduki yakında buraya bir sel baskını olucak. Hemen çiceğe diğer hücrelere ulaşmalasını ve yatakların altında bulunan büyük ağaç yaprakları( yaklaşık 50*70cm boyunda , 10 cm kalınlığında) Bunları birbirine tükürükle yapıştırıyor ve tekneler yapıyoruz. o toprak alanıda kazıyoruz. suyun direk üzerimize gelmesi değil musluk suyu gibi yavaşça dolucak şekilde ayarlıyoruz diğer hücerelere bu çiçcek sayesinde ulaşıyoruz. Her şey hazırdı. Sadece beklemek kaldı. 3 günün sonunda suyun sesini duymaya başlamıştık. 4. gün sabah uyandığımda suyun geldiğini gördüm. Herkesi ayaklandırdık. Tam o sırada yemek veren gardiyan gelmezmi. Ne yapıyorsunuz burada diye! hemen ayaklandırdı herkesi. Ama su şiddetini arttırmıştı ve biz teknelere binmiştik bile. Zaman gelmişti. Su yükselmiş kapıyı zorluyordu. Ve kapı yıkıldı. Biz tapınağın kapısına kadar gelmiştik. Kediler de sudan nefret ettikleri için kaçışıyorlardı her yere. Bir anda suyun kesildiğini gördük. Bir anda karşımızda devasa bir şey belirmişti.
Tanrıça Busted!

Bize burada neler olduğunu sordu. Ama cevap vermemizi bile beklemedi. Diğer tanrı ve tanrıçalarda geldi. Zeus'tan tut. Göktengri'ye kadar. Olayı ve yapılan haksızlığı zaten görüyorlarmış. Ama bir kişinin bile buna itiraz etmediğini gördüklerinden. Biz size akıl verdik kullanana kadar da ortaya çıkmadık. dedi. Burada uyandım.

(uzun süredir rüyalarımı paylaşmıyordum. Özlemişim yazmayı. :) )

15 Eylül 2010 Çarşamba

Beş arkadaş Hollanda'ya flim seti görmek için çağrılıyoruz. Hava limanında karşılandıktan sonra bizi büyük bir binaya götürüyorlar. İçerisi; Loş,lüks mobilyalarla döşenmiş bir yerdi. Yine aynı şekilde döşenmiş fakat koltukların bol olduğu 'lobi' gibi bir yere geliyoruz. Süper bir fiziğe sahip uzun boylu esmer bir kadın ince sesiyle "Burada bekleyin!" diyor emredercesine.

Lobide çakma dantel görüntüsü verilmiş plastik örtülerden var Berkay ve Arınç onlarla oynamaya başlıyorlar. Biz de gizemle oturmuşuz konuşmadan ayaklarımıza bakıyoruz . O sırada önümüzden şu çizgi flimlerde gördüğümüz "kemik" betimlemesi önümüzden geçiyor. Benim işaret parmağım kadar. Gizem ile bilrikte diğerlerine gösterdik.Kemik parçası Havalandırmadan içeri girdi. Hepimiz öyle bir şeyin nasıl olabiliceğini , onun ne olduğunu merak ediyorduk. Gizem ile ikimiz zayıf olduğumuz için havalnadırma kanallarına biz de kemik parçasının peşinden gittik."Gelip te bizi soran olursa Otel'de bir sorun çıktığını gitmek zorunda olduğumuzu söylersiniz ." dedik.

Kanalların şu flimlerde gördüğümüz dikdörtgen çelik geniş kanallar.İçerisinde emekleyerek ilerliyoruz kemik bir boşluktan aşağıya atlıyor. Aşağıya baktığımız zaman yerin altında büyük salonların olduğunu keşfediyoruz. O salonların bir tanesinin ortasında bir ateş yanıyor. Sıcaklığını yüzümüzde hissediyoruz. duvarlardan turuncu ışıklar sızıyor. Biraz daha ilerliyoruz ve kanalların sonuna gidiyoruz hemen sonunda aşağıda farklı bir salonda; İri Kemikli İskelet şeklinde bir adam duruyor.

Kral adını verdiğimiz bu İskeletin yanında yirmi, yirmibeş tane de ince kemikten oluşmuş kısa boylu iskeletler var ve Kral'ı karşılarına almışlar ellerinde kılıçlar çok önemli bir şey konuşuyor gibiydiler. Bizi bir anda çokd erin bir uyku sardı. Gizem: "Hadi Beril uyuyalım." dediğini hatırlıyorum.

Uyandığımız da kanalların içinde değildik. Önümüzde uçsuz bucaksız bir deniz vardı.Belki bir ada daydık. Bizimle birlikte yirmi kişi daha vardı.

Kıyıda ise "Kral" yanında iki tane o ciroz iskeletten duruyordu. Gizem'e ve diğerlerine döndüm bakın orada kim var. Kimse farkına varmamıştı orada olduğunun. Ona baktığımızı farketti ve bize dönüp "dünyanın sonu geldi" dedi. Olayı kısa bir sürede öğrendik. Kral'ın böyle bir isyan çıkacağını tahmin etiği ve yüzlerce insanoğluna ihtiyacı olduğu için Flim seti gezisi gibi bir şey planlayıp bizleri çağırmış.

O yüzlerce insan nerede diye sorduk. Sadece bizim geldiğimizi söyledi. Bu geriye kalan onbeş kişinin ise kim olduğunu bilmediğini söyledi. Tahmin ettiğimiz gibi bir adaya bırakılmışız. O sırada benim burnuma geniş kanatlı yarasaya benzeyen bir sinek kondu. Kral hemen sineği tuttuğu gibi öldürdü. "Hemen beni takip edin! " dedi. Peşinden gittik. Anarşişt bir gerizekalının teki. Ben ölmek istemiyorum bir iskeleti takip etmem dedi. İyi dedik. biz gittik camekanlı bir bölmeye girdik. bir anda milyonlarca sinek sladırmaya başladılar cama yapışıyorlar çarpmanın etkisiyle ölüyorlar filan. Anarşist gerikalı da oracıkta can verdi haliyle. Kral bizi kurtarmıştı.

Teşekkür ettik. Sıra gelmişti bu adadan nasıl kurtulacağımıza...

Devamı daha sonra...

10 Nisan 2010 Cumartesi

Geçenlerde kız kardeşimle bizim lojmanın içindeki kreşin yanında yürüyoruz.

Kreş'in tuhaf bir geçmişi var;

Bundan yaklaşık 15 yıl önce, 15 tane erkek çocuğu bu kreşte kayboluyorlar;
aileleri ,çalışanlar ,askerler, diğer insanlar...
Hepsi aramaya koyuluyorlar. Ancak hiç bir iz bulunamıyor.
Kreşte bunun üzerine kapatılıyor.
Asıl sorumlusu çocuk kaçırmak suçundan hapse gidiyor.

İdil'le gezerken kreşin bodruma inen yerlerinde boyalı el izlerine rastlıyoruz. bunlar küçük çocuk izleri. İdil bana, Beril bunlar 15 yıl önce kaybolan çocukların el izleri olmasın diyor. "Saçmalama İdil...." derken;
"aaaa.. Beril baak cam da da el izleri var bak bak 13,14,15 el izi oldu."
Bir anda bende aynı düşünceye kapılmaya başladım.

O sırada kreş'in çatısı açıldı ve içeriye bir "zeplin" girdi.

Biz İdil'le koşa koşa kreşin kapısını tıklattık. "tık tık tık"
Kapı yavaştan açıldı. İçeriden 15 tane minik erkek çocuğu çıktı.
Bir bakıyoruz bunlar 15 yıl önce kaybolan erkek çocukları..
Hemen AS.İZ i çağırıyoruz.

( 15 yıl önce kaybolmalarına rağmen hala aynı yaşta olmaları işin tuhaf yanı)

Ailelerini arıyoruz, buluyoruz; ama çoğunun ailesi de aynı şekilde kaybolmuş.
Bulabildiklerimizi teslim ediyoruz....

7 Nisan 2010 Çarşamba

Geçenlerde bunlara benzer bir rüya daha gördüm; ama anlatılacak bir durum değildi.
Üzgünüm.

28 Mart 2010 Pazar

Bir hafta sonu bir kaç arkadaş pikniğe gitmeyi planlıyoruz.
Yanımıza bir çanta dolusu erzak ve Ramazan'ın tuvaletini alıyoruz.
Altı yada Yedi arkadaşız.(Arkadaş demeye bin şahit ister hepsi benden küçük.)
Hepimizin atları var. Atlamışız atlara gidiyoruz piknik yapmaya.
Dere kenarında bir yer...
Takımdaki çocuklardan biri çamaşır yıkamak istediğini söylediği için duruyoruz.
Bir den bire yağmur bastırıyor. Kaçıcak bir yer arıyoruz, yanımızda Ramazan'da beliriyor ve bize yol gösteriyor.
Ağaçtan yapılma bir "villa tipi kulübenin" içine giriyoruz.(villa tipi kulübe diyorum çünkü üzerinde yazan ismi oydu..)
Kulübeye girdiğimizde lojmandan eski arkadaşlarımla karşılaşıyorum(gökhan,emere,onur,özgür,ecem,manolya,çağla,melis..)
Hepsinin ayrı odaları var Villa Tipi Kulübenin hancısı gibi bir adam bize odalarımız gösteriyor.
Ben 6. sınıfa giden bir çocukla aynı odada kalıyorum.
Odalarımıza yerleşiyoruz ve yemek vaktinin geldiğini farkediyoruz aşağıya indiğimizde yemek kuyruğu olduğunu görüyoruz.
Ben yemek yemeyeceğimi söyleyip odama çıkıyorum.
Tam çıkarken yer de iskambil kağıtları görüyorum.
Onları toplaya toplaya gittiğim de bizim lojmanda ki çocukların kumar oynadığını görüyorum. Bende onlara katılıyorum.
O sırada 6.sınıfa giden çocuk gelip beni polislere şikayet ediceğini söylüyor kumar masasından kalkıp odamıza geçip çocukla tartışmaya başlıyorum.
Çocuk o sırada evin kolonlarından birini kırıp evi yıkmakla tehdit ediyor.
Yapamazsın diyor karşılıkta bulunuyorum. Her şey olup bitiyor ev yıkılıyor.
Ramazan beni kurtarıp dışarıya çıkartıyor.
Ramazanın rengi sarıdan laciverte dönüyor. (Terfi etmiş guya.)
Ben atıma atlıyorum ve piknik yapıcağımız yere sonunda gidiyorum.
Yıkılan villa tipi kulübenin oraya kurulduğunu farkediyorum içine girmek için kapıya yöneliyorum ve her şey aynı tek fark bizim çocuklarında orada yaşaması ve beni tanımamaları. Hancı her zaman ki gibi kaşrılıyor.
O sırada ramazan beni durdurup "bu adam buraya gelen tüm çocukların hafızalarını silip kendi nüfusune geçiriyor ve seni de bunların arasına istiyor kaçıp kurtulduğunun için çok şanslısın" sakın içeri girme diyor o sırada hancı gelip Ramazan'ı kafasından tutup dereye fırlatıyor bende onun peşinden dereye atlıyorum.
Onu kurtarıyorum o sırada ramazan artık son nefesini vermek üzere olduğunu ve tüm güçlerini bana verdiğini ssöylüyor......

Bir anda uyandım ve yanımda ramço uyuyordu... :)

25 Mart 2010 Perşembe

Herşey YGS sınavı sabahı başladı. Sınava girmek için Hacettepe Konservatuar'ına gittim. Sınıfımı buldum ve sırama oturdum. Sınav gayet normal başladı. Bir anda içeriye Gizem ve Arınç geldi. Sınavı ben bitirdim ancak kontrol edemedim....

O sırada YGS sınavı normal okulda ki sınav gibi olmaya başladı laptoplarını çıkaran, telefonlarını ellerine alan, kitap açan ,konuşan, kopyalaşan insanlar. Sağımda Arınç solumda Gizem oturuyor. Birlikte sınavı yapmaya çalışıyoruz ve tam yarım saatimiz var. Neyse sınavı veriyoruz çıkıyoruz.

Sınav ertesi akşam açıklanıyor. Sonuç gayet iyi Anadolu Üniversitesi'ni kesin kazandık artık.
(Şu iki gecedir buz pateni seyretmemden olsa gerek.)Annemler bana Torino bileti almışlar yapılacak olan "Dünya Buz Pateni Şampiyonasına" gönderiyorlar. Bende kabul edip gidiyorum. gittiğimiz yer Ilgaz dağındaki "Askeri Sosyal Tesis" gibi bir yer büyük bir pist var ve pistin hemen aşağısında otel gibi bir yer var ama otel terk edilmiş. Yarışmaları izliyoruz. Ali gayet iyi bir seri çıkarıyor. Tuğba 3. oluyor. Alper'i bilmiyorum ne yaptıkları konusunda bir bilgim yok. Ben o sırada orada bir Japon ile tanışıyorum. Türkçeyi çok güzel konuşuyor. Çok şeker. :) Baya muhabbet ediyoruz gözlerimin içine bakıyor bana hikayeler anlatıyor kendimden geçiyorum. Sonra buz pistinin hemen içinde bir bar var oraya geçiyoruz hepimiz, biz oturup birer bira içip muhabbete devam ediyoruz. Ben tuvalete gitmek için kalkıyorum o sırada yanımdan Ali geçiyor. Tutuyorum kolumdan "Nasılsın Ali?" diyorum. O da "İyiyim asıl sen nasılsın yorgun ve üzgün görünüyorsun neyin var ? " diye soruyor."Bir şeyim yok sadece seni merak ettim" deyip gülümseyerek yanından ayrılıyorum.

Dönüşte masamıza geri dönüyorum Çançinçon olan Japon ile muhabbet etmeye devam ediyorum o sırada yanıma İdil geliyor. Annemlerin geldiğini ve otelin orada beni beklediğini söylüyor ben hemen masadan kalkıp otelin oraya gidiyorum. Havada tipi var. Önümü zorlukla görüyorum ve üzerimde incecik bir t-shirt var. (Üşüdüğümü hissettim bir an herhalde üzerimi açtım uyurken bilemiyorum) gidiyorum otelin orada kimse yok.Bir bakıyorum değişik kedi miyavlamaları var.
Bir anne kedi soğuktan ölmek üzere kurtulma şansı yok gibi.Bir tane yavrusu var. Bana dönüp" Beni bırak yavrumu kurtar o yaşasın" deyip miyavlarak son nefesini veriyor.

Ben üzerinde kahverengi beyaz ve sarı renkleri olan yavruyu hemen t-shirtümün içine sarıyor askeri sosyal tesisin fast food bölümünde diğer kedilerinde uyuduğu sıcak yere götürüyorum. oradan üzerime mont alıp buz pistine geri dönüyorum.

O sırada ali ve diğerleri masanın etrafında toplanıp alinin konuşmasını dinliyorlar. Bizde diğer masada oturup ona bakıyoruz. Kadehini kaldırıyor ve yerine oturuyor.Herkes ziyafet yapıyor.

Ben o sırada tavan arasında bulunan bir dükkana gidiyorum. Orada, kurtardığım kediyi görüyorum ve onu takip edip bir soyunma odasına giriyorum soyunma odasının içinden bir kapı açılıyor. Bir anda kedi İdile dönüşüyor ve orada ölenin annem olduğunu söylüyor...